Kaydol

Soru sormak, insanların sorularını yanıtlamak ve diğer insanlarla bağlantı kurmak için sosyal sorularımıza ve Cevap Motorumuza kaydolun.

Oturum aç

Soru sormak ve insanların sorularını yanıtlamak ve diğer insanlarla bağlantı kurmak için Su Arıtma Sorular & Cevaplar Motorumuza giriş yapın.

Şifremi hatırlamıyorum

Şifreni mi unuttun? Lütfen e-mail adresinizi giriniz. Bir bağlantı alacaksınız ve e-posta yoluyla yeni bir şifre oluşturacaksınız.


Üzgünüz, soru sorma izniniz yok, Soru sormak için giriş yapmalısınız.

Lütfen bu sorunun neden bildirilmesi gerektiğini düşündüğünüzü kısaca açıklayın.

Lütfen bu cevabın neden bildirilmesi gerektiğini kısaca açıklayın.

Lütfen bu kullanıcının neden şikayet edilmesi gerektiğini düşündüğünüzü kısaca açıklayın.

GA Su Arıtma Cihazları En sonuncu Nesne

Su Kaynaklı Hastalıklar ve Nedenleri

Su Kaynaklı Hastalıklar ve Nedenleri

Su kesinlikle yaşam kaynağıdır. Ancak, insan vücudu için tehlikeli etkiye neden olabilecek bulaşıcı mikropları barındırma potansiyeli ile, suyun musluktan ne zaman sağlandığında ve ne zaman içmeyeceğini belirlemek için dikkatli önlemler almak gerekir. Ailenizi ve sevdiklerinizi güvensiz sudan kaynaklanan hastalıklardan korumak istiyorsanız, RO ve UV gibi bir su arıtma cihazına sahip olmak, bu tür bulaşıcı kirleticilerin %99’unu yok ederek içme suyunu güvenli hale getirebilirsiniz.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO)”ye göre, her yıl 3,4 milyondan fazla insan su kaynaklı hastalıklardan ölüyor ve bu da dünyadaki hastalıkların ve ölümlerin acımasız nedenini oluşturuyor.

Kirletici suda bulunan patojenler insan gözleri tarafından görülemez ve birkaçını saymak için bakteri, virüs ve protozoa gibi çeşitli hastalık türlerine sebep olurlar.

Su ile bağlantılı hastalıklar, bulaşma yollarına göre dört grupta incelenebilir:

  1. Sulardan Kaynaklanan Hastalıklar: Özellikle ılıman ve sıcak iklimlerde insan ve hayvan dışkısı ile kirlenen sularda bol miktarda mikroorganizma bulunur. Aynı şebekeden su kullanan insanların enfekte olmaları sonucunda salgınlar çıkar. Viral hepatit, tifo, kolera bu gruba giren enfeksiyon hastalıklarıdır.
  2. Su Yokluğundan Kaynaklanan Hastalıklar: Suyu çok kıt olan yörelerde kişisel hijyenin sürdürülmesi güçleşir. Vücudun, yiyecek maddelerinin ve giysilerin yıkanmayışı nedeniyle hastalık yayılma olasılığı artar. Trahom ve bazı bağırsak hastalıkları (Basilli Dizanteri) bu gruba girer. Bu hastalıkların önlenebilirliği, kullanılan su miktarının arttırılması ile ilişkilidir.
  3. Suda Yaşayan Canlılarla Bulaşan Hastalıklar: Bazı parazit yumurtaları suda yaşayan omurgasız canlılarda (ör: salyangoz) yerleşir ve gelişir. Olgunlaşan larvalar suya dökülür, suyun içilmesi ya da kullanılması sonucu enfeksiyona yol açarlar. Şistosomiyazis bu grubun tipik örneği olup Güney Doğu Anadolu bölgesinde sulu tarıma geçilmesi ile birlik de ülkemiz için büyük bir sorun haline geleceği düşünülmektedir. Viral Hepatit ve Tifo’nun bulaşmasında rol oynayan midyeler bu canlılara örnek gösterilebilir.
  4. Sularla Bağlantılı Vektörlerle Bulaşan Hastalıklar: Vektörlüğünü sivrisineklerin yaptığı Sıtma bu gruba girer. Bu sorun durgun su birikintilerinin ortadan kaldırılması ve suyun borularla taşınması ile giderilebilir.

Çeşit olarak da sayı olarak da oldukça çok olan sularla ilişkili hastalıkların en önemlileri şunlardır:

  • İshal
  • Basilli ve Amipli Dizanteri
  • Giardiyaz
  • Bağırsak Parazitozları
  • Gine Kurdu Hastalığı (Dracunculiasis)
  • Tifo ve Paratifolar
  • Yersinya Gastroenteriti
  • Kampilobakter Enfeksiyonu
  • Kolera
  • Viral Gastroenteritler
  • Hepatit A ve Hepatit E
  • Lejyoner Hastalığı
  • Leptospiroz
  • Trahom
  • Onchocerciasis
  • Sıtma
  • Şistosomiazis
  • Dengue Humması ve Dengue Hemorajik Ateşi
  • Siyanobakteri Toksinlerine Bağlı Zehirlenmeler
  • Anemi
  • Arsenik Zehirlenmesi
  • Fluorozis
  • Suda Boğulma
  • Malnutrisyon

Bu makalede, en yaygın  su kaynaklı hastalığı, semptomlarını, önlemlerini ve nedenlerini ele alacağız.

TİFO ve PARATİFO

Tifo, Salmonella typhi bakterisinin sebep olduğu yüksek ateş, baş ağrı[1]sı, karın ağrısı, şuur bulanıklığı gibi belirtilerle karakterize, insanlara özgü, sistemik bir enfeksiyon hastalığıdır. Paratifo ise Salmonella paratyphi A, B ve C bakterilerinin yol açtığı, semptomların tifoya benzer ancak daha hafif olduğu klinik tablodur.

Hastalık enfekte insanların idrar ve dışkıları ile kontamine olmuş gıda ve suların alınması ile bulaşır. Kanalizasyon sularının, içme ve kullanma sularına karışması sonucunda tifo salgınları görülür. Gıda işleriyle uğra şan portörlerden gıdalara bulaşarak da gıdayı tüketenler arasında salgınlar ortaya çıkabilir.

Tifo; hastaların kullandığı bardak, havlu gibi eşyaların tutulması ile ellerle de bulaşabilmektedir. Sinekler ayaklarıyla tifo basillerinin gıda ve sulara bulaşmasında mekanik taşıyıcılık yaparlar. Dünyada yılda 17 milyon insanın salmonellalarla enfekte olduğu sanılmaktadır.

Neden

Salmonella cinsi bakteriler ve bunların oluşturduğu enfeksiyonlara dünyanın hemen her yerinde rastlanmaktadır. Salmonella’lar 2-5 mikron boyunda, 0,7-1,5 mikron eninde, sporsuz kapsülsüz gram negatif basillerdir. Doğal yerleşim yerleri bağırsaklar olduğu halde; toprakta, dere, ırmak ve diğer su kaynaklarında da yaşarlar. Salmonella’lar geniş bir ısı aralığında (7˚C- 48˚C) ve geniş bir pH (4-8) aralığında ürerler. Ancak, en iyi üreme ısısı 37˚C ve en iyi üreme pH’ı 7,4’dür. Salmonella’lar çevre koşullarına oldukça dirençlidir. Yaklaşık olarak toprakta 360-480 gün, suda 20-200 gün, atık sularda 500-1000 gün, taze ette 14 gün, donmuş sütte 60-140 gün, peynirde 35-270 gün, tereyağında 105 gün, süt tozunda 590 gün, dondurmada 2500 gün, kurutulmuş yumurtada 4700 gün ve balık ununda 360 gün süreyle canlılıklarını koruyabilir; 65,5˚C de 37 saniyede, 74˚C’de 0,55 saniyede inaktive olurlar. Salmonella’lar doğrudan temas ettiklerinde dezenfektanlara çok duyarlıdırlar. Su dezenfeksiyonunda kullanılan klor konsantrasyonları, sulardaki Salmonella’ları öldürmeye yeterlidir.

Belirtileri

Hastalık; içinde bol miktarda bakteri bulunan su ve yiyeceklerin, çiğ veya az pişmiş olarak tüketilmesi sonucunda gelişir. Kuluçka süresi ortalama 10-14 gündür. Klasik tifo olgularında kırıklık, halsizlik, baş ağrısı ve yavaş yükselen ateş ile karakterize sinsi bir başlangıç görülür. İlk haftanın sonunda ateş 39-39,5˚C’ye ulaşır.

İkinci hafta boyunca ateş yüksek seyreder, hasta dalgındır ve şuuru bulanıktır. Nabız sayısı ateşe paralel olarak artmaz (relatif bradikardi). Karında gaz toplanır, yüz soluk, dudaklar kuru ve çatlak, dil paslıdır. Hastaların yarıya yakınında ishal, yarıdan fazlasında ise kabızlık vardır.

Üçüncü haftanın sonunda düşmeye başlayan ateş, dördüncü haftanın sonunda normale iner.

Tifoda, paratifodan daha sık olmak üzere bazı komplikasyonlar görülür. Bunlar; bağırsak kanaması, bağırsak delinmesi, safra kesesi ve yolları enfeksiyonu, perikardit, miyokardit, arterit, osteomiyelit, orşit, karaciğer ve dalak apseleri, yumuşak doku enfeksiyonları vb. tablolardır. Tifoya bağlı ölüm oranı bugün için %1-2 civarındadır.

Hasta olmadıkları veya hastalığı geçirdikleri halde dışkı ya da idrarlarında bakteri bulunan kişilere taşıyıcı denir. Taşıyıcılığın bir yıldan daha uzun süre devam etmesi durumunda kronik taşıyıcılıktan söz edilir. Antibiyotik tedavisi tifo ve paratifoda 14 gün, lokal organ enfeksiyonlarında ve kronik taşıyıcılığın giderilmesinde 4-6 hafta sürdürülür.

Korunma

Tifodan korunmak için üretilen çeşitli aşılar bulunmasına rağmen, bunların koruyuculuğu %100 değildir. Tek başına aşıya güvenmek yanlıştır. Aşı gelişmekte olan ülkelere giderek kontamine su ve gıdalarla karşılaşacak olan kişilere, laboratuarda S. typhi ile çalışanlara ve kronik taşıyıcıların aile bireylerine uygulanabilir. Bu bakımdan salmonella enfeksiyonlarından korunma, kişisel hijyen kurallarının eksiksiz uygulanmasına, tüketilen su ve gıdaların temiz olmasına, sağlıklı bir atık giderim sisteminin kurulmasına, kronik taşıyıcıların tespit edilip tedavi edilmesine bağlıdır. Taşıyıcıların gıda ve su ile ilişkili işlerde çalışmaları engellenmelidir. Tifo hastalarının kullandığı tuvaletlerin dezenfekte edilmesi, bu hastalarla temastan sonra ellerin yıkanması da korunmada çok önemlidir. ABD’de 1920 yılında 36000 olan olgu sayısı, gıda hijyeni ve temiz su sağlanması gibi önlemler sayesinde 1968’den beri yılda yaklaşık 500 olguya kadar gerilemiştir.

KOLERA

Kolera, bağırsakların Vibrio kolera bakterisi ile enfeksiyonundan kaynaklanan akut bir ishal hastalığıdır. Vibrio chohlera bakterisinin neden olduğu, tipik olarak kirli su tüketerek çekimser kalan şiddetli bir su kaynaklı hastalıktır. Zamanında tedavi edilmezse, bazı nadir durumlarda da ölüme neden olabilir.

Kolera, insanlara su ve besinlerle sindirim kanalından bulaşan, kusma ile başlayıp, şiddetli ishal ile seyreden bir ince bağırsak enfeksiyonudur.

Yaptığı büyük salgınlar ve bu salgınlarda görülen yüksek ölüm oranları ile eski çağlardan beri tanınan bir hastalıktır. Dünya Sağlık Örgütü 2000 yılında 140 000 vaka ve 5000 ölüm rapor etmiş olup bu olguların %87’si Afrika kıtasındandır.

Kolera hastalığının etkeni Vibrio cholerae bakterisidir. Vibriyonların dış etkilere karşı direnci az olup 55˚C’de 10-15 dakikada, kaynama derecesinde ise 1-2 dakikada ölürler. Kuruluğa, güneş ışığına ve asitlere hiç dayanamazlar. Mide asiditesi vibrionları kısa sürede inaktive eder ki bu durum birçok insanı koleraya yakalanmaktan korur.

Vibrionlar çeşitli eşya ve besinler üzerinde birkaç saat ile birkaç gün arasında canlı kalabilirler. Temiz çeşme, nehir ve göl sularında haftalarca canlı kalabilmelerine karşılık bakterilerden zengin nehir, deniz ya da kanalizasyon suları içinde birkaç günden fazla yaşayamazlar.

İnsandan insana, hasta veya portör dışkıları ile enfekte olmuş içecek ya da yiyeceklerle bulaşır. Kontamine çiğ yenen sebze ve meyveler, midye ve istiridye gibi deniz ürünleri ile içme ve kullanma suları hastalığın yayılmasında önemli rol oynarlar. Ayrıca karasinek ve hamamböcekleri de yiyecekleri kontamine ederler.

Kolera fekal-oral yolla bulaşan diğer hastalıklar gibi;

  • Alt yapısı yetersiz olan, içme ve kullanma sularının kanalizasyon sularına karıştığı,
  • Sularının sık sık kesildiği,
  • Tuvalet atıklarının arıtma işleminden geçirilmeden akarsu, deniz ve göllere boşaltıldığı,
  • Kişisel hijyen kurallarının uygulanmadığı ve
  • Sosyo-ekonomik yönden gelişmemiş ülkelerde büyük salgınlara yol açmaktadır.

Kolera vibriyonlarının doğal kaynağı insanlardır. Ayakta gezen atipik ve hafif olgular hastalığın yayılmasına neden olur. Salgınlar genellikle deniz seviyesinden fazla yüksek olmayan yerlerde, yağışlı, nispi nem ve hava sıcaklığının yüksek olduğu mevsimlerde, akarsuların ve kanalların geçtiği bölgelerde daha fazla ortaya çıkar.

Duyarlı bir kişide kolera oluşabilmesi için yeterli sayıda etkenin ağız yoluyla alınması gerekli olup, bu miktar ortalama 10 milyon – 1 milyar vibriyondur. Fizyolojik bir bariyer olan mide asiditesi herhangi bir sebeple zayıflar ve vibriyolar bu engeli aşarlarsa kendileri için elverişli bir ortam olan duodenum ve ince bağırsaklara ulaşırlar. Kolera vibriyonlarının insan vücudunda yerleşip çoğaldıkları organ ince bağırsaktır. Komşu organlara ve kan dolaşımına geçmezler.

Kuluçka dönemi birkaç saat ile 7 gün arasında değişmekte olup ortalama 2-3 gündür. Hastalık tablosunun oluşumundan, vibriyonların salgıladığı bir enterotoksin (kolerajenik toksin) sorumludur. Kişiler sıhhatte iken, boşalır gibi bir kusma, karın ağrısı ve boşalır gibi ishal (diyare) ortaya çıkar. Hasta tuvalete gitmeye fırsat bulamaz. Zamanla kusmuk ve dışkının miktar artar, renkleri açılır ve pirinç yıkantı suyu görünümü alırlar. Hastalar günde 8-10, hatta 15 litre sıvı kaybedebilir. Kusmalar nedeniyle ağızdan sıvı ve katı besin almak imkânsızlaşır. Bu durumdaki hastalara damar yolu açılarak derhal elektrolitli serum uygulanması gerekir.

Ağır olgularda teşhis oldukça kolaydır. Çünkü sağlıklı bir kişiyi 4-8 saat gibi oldukça kısa sürede şok ve ölüme götürebilen başka bir ishal tablosu yoktur. Tedavi edilmeyen ağır olgularda ölüm oranı %50’ye kadar çıkabilmektedir. Koleraya bağlı ölümler genellikle ilk 18 saat içinde gerçekleşmektedir. Oysa kaybedilen sıvı ve elektrolitler hızlı bir şekilde yerine konur ise hastalar 1-2 gün gibi kısa bir süre içinde şifa bulabilirler.

Korunmada hijyenik önlemler çok önemlidir

  • Kolera salgını olan yerlerde içme suları kesinlikle kaynatılmadan içilmemelidir.
  • Şehir şebekesindeki sular bilimsel olarak klorlanmalıdır. Kuyu ve akarsulardan sağlanan sular dezenfekte edilmelidir.
  • Sodyum hipoklorit, çamaşır sularının içinde ortalama %5 oranında bulunmaktadır. Bu tür çamaşır sularından 1 lt suya 2-3 damla; ya da 1 teneke suya 1 çorba kaşığı ilave etmek içme sularının dezenfeksiyonu için yeterlidir.
  • Çiğ sebze ve meyveler önce 1/5000’lik permanganat solüsyonunda 15 dakika veya sodyum hipoklorit solüsyonunun 10 kat yoğun hazırlanmışında yarım saat bekletilmeli ve daha sonra iyice yıkandıktan sonra yenilmelidir.
  • Kanalizasyonlar ile irtibatlı deniz, göl ve nehirlerden sağlanan midye, istiridye ve balık gibi su ürünleri de bulaşmada önemli rol oynarlar.
  • Ayrıca sinek ve hamamböceklerine karşı etkili mücadele yapılmalıdır.
  • Salgınlar sırasında topluma, hastalığın bulaşma yolları hakkında bilgi verilmeli,
  • İnsanlara, karışık gıda tüketmemeleri, alkollü içecek almamaları önerilmelidir.
  • Portör taraması yapılmalı, portör olarak kabul edilen kişilere bir günde oral yolla 8 g streptomisin verilerek bulaştırıcılıkları engellenmelidir.
  • Büyük salgınlarda okulların kapatılması, gereksiz seyahatlerin önlenmesi ve koleralı bölgeye gidip gelenlerin ülke sınırlarında ciddi şekilde kontrol edilmeleri sağlanmalıdır.
  • Salgın esnasında asitli içecekler, radyasyondan geçirilmiş gıdalar, pişirilmiş, pastörize edilmiş veya konserve gıdaların tüketilmesinde sakınca yoktur.
  • Halen kullanılmakta olan kolera aşısı, ısı ile öldürülmüş vibriyonların, fenollü tuzlu su süspansiyonu olup bir mililitresinde 8 milyar bakteri bulunur.
  • Cilt altına ya da adale içine olmak üzere 3-4 hafta ara ile 2 kez uygulanır.
  • Aşıdaki antijen ölü bakterilerden yani endotoksinlerden oluşmasına karşılık, hastalık bir ekzotoksin olan kolerajenik toksin ile oluştuğun[1]dan aşının koruyucu etkisi zayıftır ve ancak %30-80 vakada koruyucu olur. Koruma süresi 3-4 ay olup rutin olarak uygulanmamaktadır.

HEPATİT A VİRÜSÜ (HAV):

Isı, eter ve mide asidine direnci fazla olup klor ve formalin ile inaktive olur. Su ve deniz suyunda 3-10 ay kadar yaşayabilir. Tüm dünyada tek serotipi vardır ve hastalığı geçirenlerde ömür boyu kalıcı bağışıklık bırakır. Sadece insanlarda hastalık yapar.

Hepatit A virüsü; dondurulup yeniden çözünmeye, asitlerle temasa, dietil etere ve 56˚C ısıya 30 dakika süreyle dayanıklı olup ultraviyole, formaldehit ve klor vb. içeren deterjanlar karşısında ve 98˚C ısıda bir dakikada harabolur. HAV virüsüyle infekte materyallerde kullanılabilecek germisid kimyasalların miktarları ve etkinlikleri aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.

KİMYASALYOĞUNLUKETKİNLİK
Etilen Oksit450-800 mg/LYüksek
Gluteraldehit%2Yüksek
Stabilize Hidrojen%6-10Yüksek
Peroksit  
Formaldehit%8Yüksek
İyodoforlar70-150 mg/LOrta-Yüksek
Hipoklorit500-5000 mg/LOrta-Yüksek

Ülkemizde yetişkinlerin %95’i A hepatitinin geçirildiğini gösteren antiHAV antikorlarına sahiptir. A hepatiti ülkemizde genellikle okul çağında alınır yani çocuklarda daha sık rastlanır. Sonbahar ve kış başında daha sık görülür. Bu mevsimlerde duyarlı nüfusun fazla olduğu okul, kreş gibi yerlerde salgınlar görülebilir.

Hepatit A, alt yapı sorunu olan ülkelerde yaygındır. İnsan dışkısı ile kirlenmiş besinlerle ve kabuklu deniz hayvanları ile de bulaşır. Sular; klorlama yetersiz ise bulaştırıcıdır. Hepatit A virüsü, oral yolla alındıktan 2-6 hafta sonra dışkıda görülmeye başlayıp, klinik olarak hepatit başladıktan 2 hafta sonraya kadar dışkıda bulunmaya devam eder. Virüsün dışkıda görülme dönemlerinde hastalar bulaştırıcıdırlar.

Kuluçka süresi 2-6 hafta (Ort: 30 gün) dır. Hastalık ateş, halsizlik, iştahsızlık, bulantı ve karın ağrısı belirtileri ile kendini gösterir. Genelde ilk dikkat çeken bulgu, idrar renginin koyulaşmasıdır. Göz akları, dil altı ve cilt sararır. Hastalık 1-2 haftadan, birkaç aya kadar sürebilir.

Toplumumuzda hepatit A çocuklar arasında çok yaygındır. Yaş arttıkça tablo ağırlaşır ve sarılık görülme ihtimali fazlalaşır. A hepatiti kronikleşmez, ancak altta yatan başka bir karaciğer hastalığının varlığında infeksiyon daha ağır seyreder. Hepatit A’da ölüm oranı %0,2-0,4 civarında olup, çocuklarda çok nadirdir. Ancak karaciğer nekrozu gelişen olgularda %70-90 ölüm görülebilir.

HEPATİT E VİRÜSÜ (HEV):

Hemen hemen tüm özellikleri Hepatit A virüsüne benzemektedir. Hepatit E, içme sularının kanalizasyon ile kontamine olduğu Çin, Hindistan, Meksika ve Kuzey Afrika ülkelerinde daha sık görülür. Bu ülkelerde dışkı ile kirlenmiş sular ile geniş kitleleri içeren salgınlara yol açar. Ev içi yakın temas ile bulaşma yaygın değildir. Ülkemizde HEV ile karşılaşma sıklığı ortalama %5 civarındadır.

Şimdiye kadar Güney Doğu Anadolu bölgemizden iki salgın bildirilmiştir. İnkübasyon periyodu 30-40 gündür. Ani başlangıçlı ve kendini sınırlayan bir hepatit tablosu oluşturur. Hepatit A gibi, Hepatit E de kronikleşmez ve taşıyıcılık yapmaz. Sıklıkla 15 yaşından büyüklerde görülür ve genellikle 15-40 yaş grubunu etkiler. Gebelerde %20 olasılıkla ağır formda (fulminan) seyreder ve ölümcül olabilir. Patogenezi de Hepatit A’ya benzer. Karaciğere yerleşmeden önce bağırsaklarda çoğalır. Semptomların başlamasından önce virüs dışkı ile atılır. Enfeksiyözitesi düşük olduğundan enfeksiyon oluşturması için çok miktarda virüsün alınması gereklidir.

A ve E hepatitlerinden korunmada genel ilkeler:

Su ve besinlerle bulaşan infeksiyon hastalıklarından korunmada aşağıdaki husulara uymak gerekir.

  • Kişisel hijyen kurallarına dikkat edilmesi, özellikle el yıkamanın yaygınlaştırılması,
  • Halka bu enfeksiyonlar ile ilgili bilgi verilmesi,
  • Su ve besin maddelerinin dışkı ve idrar ile kontaminasyonunun önlenmesi,
  • Süt ve süt ürünlerinin teknik ve hijyenik kurallara uygun olarak topluma sunulması,
  • Kabuklu deniz hayvanları satış yerlerinin kontrolu; kirli sulardan elde edilen kabukluların yenilmemesi veya yemeden önce en az 10 dakika kaynatılmasının öğretilmesi,
  • Yiyecek ve içecek işiyle uğraşanların, portörlük yönünden kontrolu,
  • Gıda imalathanelerinin ve depolarının hijyenik olması; gıdaların üre[1]timden tüketime kadar kontrol altında tutulması,
  • Karasinek ve fare gibi mekanik taşıyıcılarla mücadele edilmesi,
  • Hepatit geçiren hastaların izolasyonu,
  • Hastanede yatan hepatitli hastalar için önlem alınması,
  • İnfekte kişilerin okula, kreşe ve işe gönderilmemesi, vb.

İSHALLER

İshal, dışkı miktarının ve sayısının fazlalaşması, kıvamının değişerek yumuşak, sulu bir görünüm alması olarak tanımlanır. Dünya Sağlık Örgütü ishali; 24 saatte 3’den fazla veya her zamankinden daha sık ya da sulu dışkılama olarak tarif etmektedir. Yalnızca sık dışkılama, kıvam değişikliği yoksa ishal sayılmaz.

İshaller genellikle gastrointestinal sistemin enfeksiyonuna bağlı olarak ortaya çıkar. Yapılan çalışmalarda toplum kökenli çeşitli mide-bağırsak enfeksiyonlarının %35’inin kontamine sulardan kaynaklandığı gösterilmiştir.

Enfeksiyonun tipine göre sulu (kolera) veya kanlı (dizanteri) olabilir. Gelişmekte olan ülkelerde hastaneye yatışların %30’unun nedeni ishaldir. İshalli hastaların %80’i akut ishal, %10’u persistan ishal ve %10’u dizanteridir. İshaller tüm ölümlerin %4’ünden sorumlu olup gelişmekte olan ülkelerdeki 5 yaş altı çocuk ölümlerinin yaklaşık %12’sini oluştururlar.

Dünyada her yıl 5 yaşın altındaki çocuklarda yaklaşık 1 milyar ishal vakası görülmekte ve bu çocuklardan yaklaşık olarak 2,2 milyonu ölmektedir. Ölenlerin çoğu iki yaşın altındadır ve ölüm nedeni genellikle dehidratasyon (vücudun susuz kalması) dur. Ölümle sonuçlanan ishal vakalarının %50’si akut ishal, %35’i persistan ishal, %15’i ise dizanteridir.

İshalin etkeni bakteri, virüs ya da parazit olabilir. Bu etkenlerin çoğu kontamine sularla bulaşır. Kızamık, sıtma gibi hastalıkların seyri esnasında da ishal görülebilir. Ayrıca kimyasal ilaçların bağırsakları irrite etmesi sonucunda ishal gelişebilir. Ciddi ishaller; sıvı-elektrolit kaybının derecesine, kişinin immün sisteminin durumuna ve beslenme özelliklerine göre hayatı tehdit edici olabilmektedir.

Oldukça koyu ve hacimli bir dışkı ile karakterize az sıklıkta görülen ishal, büyük ihtimalle ince bağırsak hastalığına bağlıdır. Kalın bağırsak tipi ishalde sık sık ve az miktarda dışkılama ile birlikte dışkıladıktan sonra geçen kramp tarzında karın ağrısı bulunur. İshalli hastalarda prensip olarak sıvı-elektrolit desteği ve beslenmeye devam edilmesi erken tedavi açısından önemlidir.

Korunma:

  • İçme sularının arındırılması
  • Sanitasyon sağlanması
  • Kişisel hijyen kurallarının uygulanması
  • Sağlık personelinin eğitimi

GİARDİYAZ

Giardiyaz; Giardia lamblia (intestinalis) adlı parazitin kist formunun ağız yolu ile alınmasının ardından oluşmakta ve 10-15 tane kist bile enfeksiyona neden olabilmektedir. Giardiyazın asıl kaynağı sular olmasına rağmen besin kaynaklı küçük salgınlar da bildirilmiştir.

Giardia enfeksiyonları dünyanın her bölgesinde ve tüm yaş gruplarında görülebilmekle birlikte çocuklarda daha sık rastlanır. Giardia lamblia, ince bağırsağın üst bölümlerine (on iki parmak bağırsağı) ve safra yollarına yerleşerek çoğalır. Bir ile üç hafta arasında değişen kuluçka döneminden sonra ishal, bulantı, iştahsızlık, karın ağrısı ve gaz gibi yakınmalar başlar.

İshal aralıklı olarak devam eder. Yağlı dışkılama, kilo kaybı, malabsorbsiyon (bağırsaklarda emilim bozukluğu) ve mide ağrısı da tabloya eşlik edebilir. Giardiyaz ayrıca, kronik ishale ve çocuklarda büyüme, gelişme geriliğine yol açabilir. Kendiliğinden iyileşen olgular aylarca kist çıkarmaya ve böylece enfeksiyon kaynağı olmaya devam ederler. Korunma da genel prensipler geçerli olup, parazitin su ile bulaşmasının yaygın olduğu unutulmamalıdır.

LEJYONER HASTALIĞI (LEGİONELLOZİS)

Lejyoner hastalığı ya da Lejyonelloz; Legionella türü bakterilerin sebep olduğu akciğer enfeksiyonuna (pnömoni) verilen isimdir. Hastalık; hafif öksürük ve ateş gibi bulgulardan, solunum yetmezliği, bilinç durumunda değişiklik ve birden fazla organdaki yetmezliğe kadar geniş bir yelpazede karşımıza çıkabilir.

Legionella cinsi bakteriler nehir, göl, diğer doğal su kaynakları ve insan eliyle oluşturulmuş su dağıtım sistemlerinde (klimalarda, nemlendiricilerde, kaplıcalarda, vd.) bulunurlar 20-50˚C’deki sıcak su sistemlerini kolonize ederler. Su sistemlerinin içinde bulunan bakteri ve protozoonlar, Legionella bakterilerinin çoğalmasını kolaylaştırabilir.

Bulaşma, Legionella ile kontamine olmuş suların çeşitli yollarla solunum sistemine girmesi ile gerçekleşir. İnsandan insana direkt bulaşma olmaz. Legionella enfeksiyonuna karşı duyarlılık yaş ile orantılı olarak artmaktadır. Sigara içme, kronik akciğer hastalığı, özellikle kortizon kullanımına bağlı bağışıklık baskılanması, cerrahi girişimler ve organ nakli uygulamaları en önemli risk faktörleridir. Otellerde ve diğer tesislerde bulunan hava soğutma sistemlerindeki mikroplu sular vasıtasıyla enfeksiyonun yayılmasını takiben salgınlar ortaya çıkar.

Hastalığın erken devresinde ateş, halsizlik, kas ağrısı, iştahsızlık ve baş ağrısı bulguları mevcuttur. Ateş hemen her hastada vardır ve %20’sinde 40˚C’nin üstündedir. Hastaların %80’inde öksürük vardır ve %10 olguda balgamda kan görülür. Olguların %25-40’ında sulu ishal, bulantı, kusma ve karın ağrısı görülebilir.

Korunma:

  • İdeal korunma yöntemi Legionella’nın kolonize olduğu çevre kaynağını bulmak ve mikroorganizmayı burada yok etmektir.
  • Hastanelerde yılda bir kez en az 10 uç noktadan (musluk, duş başlığı, vb.) ve tüm sıcak su tanklarından su numuneleri alınarak test edilmelidir.
  • Legionella kolonizasyonu saptandığında;
  • Su sıcaklığı 70-80˚C’ye çıkarılıp tüm musluklardan akıtılmalıdır (yayılmayı kontrol etmek açısından uygun, ancak kalıcı değildir),
  • 2-6 ppm konsantrasyonda hiper-klorinizasyon yapılmalıdır (su sistemine zarar verebilir) ya da,
  • Bakır-gümüş iyonlama yöntemi uygulanmalıdır (pahalı fakat kalıcı bir yöntemdir).

ROTAVİRÜSLER

Reovirüs ailesinden çift sarmal RNA içeren virüslerdir. “Rota” latincede “tekerlek” anlamına gelmektedir. Rotavirüs de elektron mikroskobunda tekerlek gibi göründüğünden kendisine bu ad verilmiştir. Rotavirüsler A’dan G’ye kadar harflerle gösterilen gruplara ayrılmıştır. İnsanda yalnızca A, B ve C grubu rotavirüsler gösterilmiştir. Gastroenterit salgınlarına en sık A grubu rotavirüsler sebep olurlar. A grubunun 14 serotipi olup, insanlardaki hastalıkların çoğundan ilk dört serotip sorumludur.

Rotavirüsler, dezenfektanlara ve sabunlara görece dirençli olup klor ve klor dioksit içeren bileşiklere duyarlıdırlar. Mide asidi karşısında kolayca inaktive olurlar. Sularda, havuzlarda, eller ve eşyaların üzerinde uzun süre yaşayabildiklerinden salgın oluşturmaları kolaylaşır.

Rotavirüsler gelişmekte olan ülkelerde çocukluk çağı ishallerinin en sık etkeni olup, ishale bağlı ölümlerin %10-20’sinden sorumludurlar. Dünyada her yıl 2 milyondan fazla hasta yatışına ve 400-600 bin çocuğun ölümüne neden olmaktadır. Rotavirüs ishalleri; daha çok kış mevsiminde olmak üzere soğuk aylarda görülmekte ve hastanede yatmayı gerektiren ishallerin yarısını oluşturmaktadırlar. Rotavirüsler anneden geçen antikorlar nedeniyle yenidoğanlarda ve 5 aylığa kadar olan bebeklerde pek görülmedikleri halde, en sık 6-24 aylık çocuklarda ishale yol açarlar.

Anne sütünde rotavirüse karşı antikorlar bulunduğundan anne sütü ile beslenen bebeklerde bu enfeksiyon çok seyrektir. Rotavirüsler kreş ve çocuk yuvalarında tekrarlayan ishallere sebep olur. Su kaynaklı ishal salgınları ortaya çıkabilir. Enfekte bebeklerle yakın temasta bulunan erişkinlerin yarısı enfeksiyonu alır ve 1/3’inde ishal görülür.

Kuluçka süresi ortalama 2 gündür. Bulaştırıcılık dönemi ishalden önce başlayıp, ishal süresince ve ishal durduktan sonra da 2-10 gün boyunca devam eder. Rotavirüs ishali hafif ateş, kusma ve bol sulu dışkılama ile başlar. Dışkıda kan ve mukus bulunmaz. Kusma ortalama 2-3 gün, ishal 4-5 gün sürer, nadiren kronikleşir. Kusma, dehidratasyon ve asidoz hastane tedavisini gerektirir. Malnutrisyonlu çocuklarda hastalık daha ağır seyreder. Bağışıklık yetmezliği olanlarda karaciğer hasarı gelişir.

Rotavirüs enfeksiyonları genellikle kendiliğinden iyileşirse de nadiren bazı çocuklarda aseptik menejit, ani bebek ölümü sendromu ve Crohn hastalığı gibi komplikasyonlar bildirilmiştir. Daha çok gelişmekte olan ülkelerde ağır dehidratasyon sonucu ölümler görülebilir Tedavide öncelikle sıvı-elektrolit bozukluğu düzeltilir. Beslenmeye hiç ara verilmemelidir. Yüksek glikoz, düşük sodyum içerikleri ve yüksek osmolaritesi nedeniyle hazır meyve suları ve diğer içecekler önerilmez. Antibiyotiklerin ve ishal durdurucu ilaçların pek yararı yoktur.

Korunma:

  • İshal tamamen kesilinceye kadar tuvaletler ve çocukbezleri dezenfekte edilmeli,
  • Mümkünse tek kullanımlık çocuk bezleri kullanılmalı,
  • Kirlenen yüzeyler su ve sabunla yıkanmalı,
  • Bebeklerin anne sütü ile beslenmeleri sağlanmalıdır.
  • Rotavirüs enfeksiyonlarına karşı monovalan ve pentavalan aşılar mevcuttur. Oral yolla alınan bu aşıların etkinliği %70-100 civarında olup rotavirüse bağlı orta ve ciddi ishalden %100 koruduğu bildirilmektedir.

LEPTOSPİROZ

Leptospiroz, esas olarak vahşi ve evcil hayvanların hastalığı olup; bu hayvanların idrarı ile doğrudan veya dolaylı temas sonucunda insanlara bulaşan Leptospira cinsi bakterilerin neden olduğu akut seyirli bir enfeksiyondur. Grip benzeri klinik tablo ile seyredebileceği gibi, olguların %5-10 kadarında sarılık, kanama, vaskülit ve böbrek yetmezliği ile karakterize

Weil hastalığı şeklinde seyreder. Weil hastalığı; günümüze değin “şeker kamışı hastalığı, pirinç tarlası hastalığı, bataklık ateşi, domuz çobanı menenjiti, Japon sonbahar ateşi, fare ateşi ve yedi gün ateşi” gibi isimlerle anılmış olup ölümcül seyir gösterebilir.

Lestospiroz; çöller ve kutuplar dışında dünyanın hemen her tarafında yaygın olarak bulunur. Tropik ve subtropik bölgeler ile az gelişmiş ülkelerde daha sıktır. Leptospiraların en önemli rezervuarı fareler olup, ayrıca kedi, köpek, keçi, sığır, domuz, kuşlar, sürüngenler, çiftlik hayvanları, koyun, geyik ve tavşanlarda da enfeksiyon oluştururlar. Ev ve tarla farelerinin yarısının leptospira taşıdığı ve dolayısıyla bulaşta önemli rolleri olduğu saptanmıştır. Bakteriler, enfekte hayvanların böbreklerinde yıllarca kalabilir ve insanlara bulaş genellikle bu hayvanların idrarı ile dolaylı temas sonucu olur. Şiddetli yağmurlar sonucu oluşan sel suları da leptospiralar için uygun ortamlardır ve salgınlar gözlenebilir. İnsandan insana bulaşma nadiren görülür.

Bulaşma, kontamine göl, havuz, kanal suları, bataklık, pirinç tarlaları ve su birikintileri ile temas sonucu, deri bütünlüğünün bozulduğu yara ve kesiklerden, ağız, burun ve gözlerden etkenin alınması ile olur. Veterinerler, askerler, çiftçiler, mezbaha, maden ve kanalizasyon işçileri, pirinç ve şeker kamışı tarlalarında çalışanlar ve kontamine sularda yüzenler risk altındadır.

Hastalığın kuluçka süresi 2-12 gündür. Deri ve mukozalardan giren leptospiralar, kan dolaşımına karışıp, beyin-omurilik sıvısı ve göz sıvısı dahil tüm vücuda yayılırlar. Hastalıktaki temel patoloji, böbrekler ve karaciğerde fonksiyon bozukluğudur. Hastalığın erken döneminde yüksek ateş, şiddetli baş ağrısı, karın ağrısı, kas ağrıları, titreme, gözlerde kızarıklık ve ciltte döküntüler görülür. Sarılık, cilt ve mükoz membranlarda (akciğer dahil) kanama, kusma, ishal, hemolitik anemi ve menenjit gibi komplikasyonlara neden olabilir.

Hamilelik döneminde düşük, erken doğum, ölü doğum veya nadiren bebekte leptospiroz gelişimi ile sonuçlanır. Etkenin kanda bulunduğu (septisemik) dönemde emziren annelerin sütlerinde de leptospiralar bulunur.

Korunma:

Leptospiroz, önlenmesi zor bir zoonotik enfeksiyondur. Çünkü leptospiralar çok sayıda hayvan türünde, hatta aşılı köpeklerin idrarlarında bile bulunabilmekte ve insanlara geçebilmektedir.

Hastalıktan korunmak için;

  • Özellikle hastalığın sık görüldüğü bölgelerde yaşayanlara su ve besin hijyeni konularında ve yağışlardan sonra olası tehlikelere karşı eğitim verilmeli,
  • Kanal, gölet, akarsu ve bataklıklar gibi kontamine olma ihtimali bulunan yerlerde yüzmekten ve sularda oynamaktan kaçınılmalı,
  • Kanalizasyon ve mezbaha işçilerine çizme, eldiven gibi koruyucu kıyafetler giydirilmeli,
  • Önemli bir vektör olan farelerle mücadele edilmelidir.
  • Veteriner tıbbında ve hayvan yetiştiriciliğinde leptospiroz aşısı yaygın olarak kullanılmaktadır.
  • Bakterinin çok sayıda serovarının varlığı, insanların aşı ile korunmalarını hemen hemen imkansız hale getirir.
  • Hastalığı geçirenlerde etken olan serovara karşı uzun süreli bağışıklık oluşur.

ONCHOCERCİASİS (NEHİR KÖRLÜĞÜ)

Dünyada körlüğe neden olan ikinci sıklıktaki enfeksiyon hastalığıdır. Hastalığa sularda yaşayan Onchocerca volvulus kurtçukları neden olur. Karasineklerin ısırması ile insandan insana da bulaşır. Larvalar erişkin formlara dönüşür ve fibröz nodüllere, cilt yüzeyine veya eklemlere yakın bölgelere yerleşir.

Erişkin formlar yarım metre uzunluğa kadar ulaşabilir, cilde doğru ilerler, kaşıntıya ve ciltte depigmentasyona, lenfadenite, elefantiazise, görme bozukluğuna ve körlüğe yol açar.

Hastalık Afrika’da, Guatemala’da Meksika’nın güneyinde, Venezuella’da, Brezilya’da, Kolombiya’da Ekvador’da ve Arap Yarımadası’nda görülür. Dünya da 18 milyon insan bu enfeksiyondan etkilenmiştir. 6.5 milyon insanda kaşıntı ve dermatit, 270 000 insanda ise körlük bildirilmiştir.

Korunma:

En önemli korunma yöntemi karasineklerin ve larvaların bulunduğu su kaynaklarının ilaçlanmasıdır.

SITMA (MALARYA)

Dünyadaki en önemli paraziter enfeksiyon hastalığıdır. İnsanlara genellikle anofel türü dişi sivrisineklerin sokması ya da enfekte kanın inokülasyonu ile bulaşır. 45˚ kuzey ve 40˚ güney enlemleri arasında kalan tropikal ve subtropikal bölgelerde, bataklıklara komşu alanlarda sık görülür.

Yaygınlaşması su kaynakları ile yakından ilişkilidir.

Kırk yıl önce sadece Afrika’da sıtmaya bağlı olarak yılda 2,5 milyon kişi ölmekteydi. Sıtma günümüzde Afrika’da 5 yaş altındaki çocuk ölümlerinin ilk beş nedeninden biridir ve yılda ortalama 1 milyon çocuk bu hastalık nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Buna karşılık Kuzey Amerika, Avrupa ve Avustralya’dan eradike edilmiştir.

Sıtma, tarihte her zaman Anadolu’nun en önemli sağlık sorunlarından biri olmuştur. 1927 yılında Sağlık Bakanlığı (S.B.) bütçesinin (3.203.400 TL) %17’si (560.000 TL) sıtma savaşına ayrılmış iken, 1945’de hastalığın önemi göz önüne alınarak S.B. bütçesinin (17.907.024 TL) %39’u olan 7.150.000 TL bu işe ayrılmıştı. Önemli miktardaki kaynağın da kullanılması ile sıtma savaşında başarıya ulaşılmış olup 1977 yılına gelindiğinde ise sıtma savaşına ayrılan pay S.B. bütçesinin (56.505.498.000 TL) ancak %4’ünü oluşturmuştur.

Sıtmaya, Güneydoğu Anadolu bölgemizde odaksal, diğer bölgelerde ise sporadik olarak rastlanmaktadır. Son zamanlarda anofellerin DDT’ye direnç geliştirip Amik ve güneydoğu ovalarında hızla çoğalması, sıtma olgularının yeniden artmasına neden olmuştur. Sıtma olgusu saptanan illerin başında Diyarbakır, Batman, Adana ve Şanlıurfa gelmektedir. Sıtma olgularının aylara göre artıp azalması, anofellerin üreyip, aktif hale geçme dönemleri ile paralellik gösterir. Yurdumuzda sıtma olgularının en fazla görüldüğü aylar Temmuz, Haziran, Ağustos, Eylül ve Ekim aylarıdır.

Plasmodium vivax, P. falciparum, P. malaria ve P. ovale olmak üzere dört tür sıtma paraziti vardır. Bu parazitlerin, insan vücudunda geçen eşeysiz ve insan kanında başlayıp dişi anofel vücudunda tamamlanan eşeyli olmak üzere iki gelişme dönemi vardır. Eşeyli üreme için ortam ısısı 20˚C’nin üzerinde ve nem oranı %60-80 olmalıdır. Enfeksiyonun bölge seçmesi bu özelliğe bağlıdır. Anofel cinsi sinekler insanları daha çok güneşin batmasından sonraki zaman diliminde ısırırlar.

Kuluçka süresi ortalama 14-30 gündür. Üşüme-titreme, yüksek ateş ve bol terleme ile karakterize SITMA NÖBETİ akut sıtmanın en önemli belirtisi olup yurdumuzda sık görülen vivax sıtmasında (malarya tersiyana) 48 saatte bir tekrarlar. Hastaların çoğunun dudakları uçuklar (herpes labialis).

Hasta kötü bir nöbet sonucunda ölmez ise bir süre sonra sıtma sessiz hale geçer. Tedavi edilmeyen olgularda tekrarlayan nöbetlerle anemi ilerler, dalak büyümeye devam eder, bazen karaciğer de büyür. Hasta halsizdir, çalışmak istemez, çeşitli mide bağırsak rahatsızlıkları gelişir. Sıtma küçük çocuklarda daha ağır seyreder, büyümeyi yavaşlatır. Kadınlarda adet düzeni bozulur. Gebelikte de daima ağırlaşmaya meyillidir. Sıtmaya yakalanan gebelerde düşük (abortus) ve erken doğum sık görülür.

Parmak ucundan alınan bir damla kanın boyalı mikroskobik tetkiki ile çok kısa sürede kesin teşhisi konulabilen bir hastalıktır. Her ateşli sıtma hastası yatırılmalı, bol sulu içecek (limonata vs) verilmeli, klinik belirtilere göre semptomatik tedavi (kan transfüzyonu, demirli preparatlar, beslenme vs) uygulanmalıdır. İlaç tedavisi; Chloroquine ve Primaquine adlı ilaçlarla yapılır. Bu ilaçlar Sağlık Bakanlığı’nın il ve ilçe teşkilatlarındaki görevliler tarafından hastalara ücretsiz olarak verilmektedir.

Korunma:

  • Endemik bölgelerde taramalar yapılarak sıtmalılar belirlenmeli ve tedavi edilmelidir.
  • Nüfus hareketleri kontrol edilmelidir.
  • Endemik bölgeye gidenlere profilaktik olarak haftada bir, 2 tablet (300 mg baz) chloroquine veya 1 tablet (25 mg) pirimetamin verilmelidir.
  • Bilinçli ve etkili sivrisinek mücadelesi yapılmalıdır. Bu amaçla insektisitlerle (DDT, Malation, Fenitritation, Popoxur, vb); şahsi korunma tedbirleri (Cibinlik, pencerelere tel, sinek kaçırıcı ilaçlar) ile erişkin sivrisineklere karşı tedbir alınmalıdır.
  • Larvalara karşı durgun sular ve bataklıklar kurutulmalı, nehir yatakları düzenlenmeli, özellikle pirinç ekimi bilimsel usullerle yapılmalı,
  • Ayrıca havuz ve göl gibi su birikintileri sık sık dalgalandırılıp, larvaların barınmasına elverişsiz hale getirilmeli,
  • Böyle su birikintilerinde larva yiyen Gambusia veya Respora cinsi balıklar yetiştirilmeli,
  • Kurutulamayan su birikintilerinde larvaların solumasına engel olmak için tedbirler alınmalıdır.

ARSENİK ZEHİRLENMESİ

Pek çok suda bir miktar arsenik bulunabilir. Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine göre içme suyundaki arsenik miktarı 0.01 mg/litre’yi aşmamalıdır. Arsenikten zengin içme suyunu uzun süre (5-20 yıl) kullanan kişilerde arsenik zehirlenmesi (arsenikoz) ortaya çıkar. Ortaya çıkan sağlık sorunları; ciltte renk değişikliği, el ayası ve ayak tabanında sertleşme, cilt kanserleri; mesane, böbrek ve akciğer kanserleri; ayak ve bacaklarda damar hastalıkları; ayrıca diyabet, hipertansiyon ve üreme bozuklukları şeklinde özetlenebilir.

Çin’de arsenikli su tüketiminin, damarları tutan ve gangrene yol açan “kara ayak hastalığı”na sebep olduğu bildirilmiştir. Diğer bazı ülkelerde de arseniğin, periferik damar hastalıkları oluşturduğunu gösteren yayınlar mevcuttur. Malnutrisyon arseniğin kan damarları üzerine olan etkisini arttırabilir.

Toksik bir element olan arseniğin, ciltten emilimi yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla arsenikli su ile el yıkama, çamaşır yıkama, temizlikte kullanma ve banyo yapmakta insan sağlığı açısından bir sakınca yoktur.

Doğal arsenik kontaminasyonu Arjantin, Bangladeş, Şili, Çin, Meksika, Tayland ve ABD gibi birçok ülke için sorun teşkil etmektedir. Özellikle Bangladeş’deki arsenik problemini DSÖ yakından takip etmekte olup, bu ülkedeki sığ su kuyularının %27’sinde yüksek düzeyde (0,05mg/L) arsenik saptanmıştır. Yüz yirmi beş milyonluk Bangladeş nüfusunun 35-77 milyon kadarının kontamine içme suları nedeniyle risk altında olduğu tahmin edilmektedir.

Korunma:

  • İçme sularındaki arsenik oranını 0,01 mg/dl altında tutmak için kuyular daha derin kazılmalı,
  • İçme sularının tahlilleri rutin olarak yapılmalıdır.

Benzer Yazılar

Yorum yap

Yorum yapabilmek için giriş yapmanız gerekiyor.